Hepimiz aynı şeyin peşindeyiz aslında; bir
avuç mutluluk… O bir avuç denilen olgu nasıl bir dehlizse artık, bir türlü
dolmak bilmiyor. İnsanlar mı doyumsuz oldu, yoksa mutluluk elma dersem çık
dememizi mi bekliyor? Dünya belki de mutluluk olgusu için uygun bir yer
değildir, neyin peşindeyiz biz? Her ne istiyorsak elde etmek için arkasından
gitmek gerektiğini bilmeyen yok. Romalı asilzadeler gibi koltuğa uzanıp
kölelerin sunduğu buz gibi üzüm taneleri pıt pıt düşmüyor ağzımıza. İstiyorsan
eğer, “Run forest run…”
Kimisi yüz metre engelliyle yakalayacağını
sanıyor, kimisi kırk iki kilometrelik maratonla. Sonuç; illâ koşacaksın... Emeline
ulaştığında koşmaktan bitap düşmüş bir halde kafanı kaldırıp baktığın o an
vardır ya hani, elde ettin işte ne somurtuyorsun?
Şu mutluluğun formülü basit aslında.
Koşmaya, gizliden kişisel gelişim kitapları okurken yakalanma riskini göze
almaya, Hindistan’da rahiplerle takılıp aç kalmaya, Zen sessizliğine bürünmeye
ya da ne bileyim “ben de şans olsaydı” ile başlayan cümleleri rakı kadehinde
boğmaya gerek yok. Formül basit; aynayla yüzleşmek. Öyle saçım başım nasıl
olmuş diye bakmadan, yüzüne bir avuç su vuracak ve bakacaksın. Kendi gözlerinin
içine, dudaklarının kenar çizgisine, bir anda fark ettiğin simetrik olmayan
burun deliklerine, senin kulakların biraz kepçe mi yoksa? Neyse, yüzünü
incelemeyi bitirdiysen -ki kim yapmaz- göz bebeklerinden içeri süzülmeye geldi
sıra. Hiç girdin mi o kapıdan? Korkma, ben girdim. Yazdığıma göre bir şeyler
biliyoruz demek ki. Gidelim mi?
Çekinme, kendi gözün gibi bak onlara ve sor
bakalım, ne verdin ki ne istiyorsun? Dürüst ol ama. Senden başka kimse yok,
yalan yok, riya yok. Bencillik ise kapının arkasındaki havlu artık. As onu,
kirli sepetine at. Ne geldiyse başına ondan geldi belle. Yapabileceğine inananlar
yazının kalanını okuyabilir, geri kalanın sayfayı çevirmesi ise onlar için daha
hayırlı. Bundan sonra bir şey anlatmıyoruz. Öyle komikli, şakalı, renkli
güpgülümsemeler falan işte. Hadi hadi, yine kıyamadım, gel.
Mutluluk sonradan öğrenilmiyor, içinde
olacak insanın. Bir sokak kedisine baktığında çıkardığın ilk ses pis mendebur, pist ise, duymamış olayım,
yut onu çabuk ve gülümse. Mecburen katlanmak zorunda kaldığın insanları
değiştirmeyle vakit kaybedemeyecek kadar kısa hayat. Sor bakalım sen onlar için
ne kadar çekilebilir bir insansın. Sütten çıkarttığın ak kaşıkları parlatıp
durmak kimsenin işini kolaylaştırmıyor. Hepimiz hoşlanmadığımız işleri yapmak
zorunda kalıyoruz. Bu bazen mesleğimiz bile olabiliyor. Hayatımızın önüne
geçmesine, ofurdanıp pufurdanıp ertesi gün kaldığı yerden devam etmeye
niyetliyse bir insan; halinden pek mutlu ama söylenmeyi seviyor demektir. Yapma
bunu. Kötü enerjilerle içini doldurma ve çevrendekilerin enerjilerini de emip
durmaktan vazgeç artık. Gülümse, çünkü sen bir tanesin.
Moralini bozmak gibi olmasın da, Dünya’yı
mutlu etmek için en son ne yaptın? Balinaları kurtardın mı, Yağmur Ormanlarındaki
ağaç katliamını önledin mi, Afrika’daki açlığa çare buldun mu? Bari kapının
önünü süpürseydin. Ne verdik ki dünyaya ne bekleyelim. Bak, senden milyonlarca
yıl yaşlı o, biraz saygılı ol. Üstelik sorunları daha büyük zavallının ve
bizlere rağmen mutlu. O bizden ümidi kesmediyse, biz neden keselim ki
kendimizden? O, sorunlu. Sen, değilsin. Ormanların olmadığı için dua etmeye
başlayabilirsin. Düşünsene her gün kaç ton balık yer o balinalar?
Mutluluk denilen şey, kişinin kendisidir
aslında. Sevmek lazım kendimizi. Yanağımızdan bir makas almak, dolu dolu
sarılmak, belki aynalara öpücük göndermek, dirseğimizi yalamak… Tamam tamam
sonuncu galiba garip kaçtı. Her dediğimi ciddiye almayın canım. Ama o aynanın
karşısında, hâlâ egonuz kirli sepetinde dururken sevin kendinizi. Hayat
acımasız, insanlar bencil, hava kirli, çocuklar çok bağırıyor, para yok. Bak
şimdi hatırladım, benzine yine zam gelmiş. Sonu gelmeyen meseleleri kimse
bitiremedi ama buralardan göçüp gitti. Boş ver ve gülümse kendine.
Bu kadar ahkâm kesmek yeter. Falanca
seminere katıl, filanca kitabı oku ama, ah! O gözler yok mu? Bakamadıktan sonra
küçük kara beneklere, pırıl pırıl parlatamıyorsan daha kendi bebeklerini;
uygulamada bir hata yapmışsındır, baştan başla. Yoksa anlatıcının bir kabahati
yok. Tamamen senin hatan…
İyice
bak gözlerine, o bir avuç mutluluk belki de içinde…
Yazar: Elif Ece Kırımlı
Takip et: @EceKrml
Beğendiyseniz paylaşıp daha çok kişinin okumasında bize yardımcı olur musunuz?
Kumbaramızın bugünkü yazısı, @EceKrml'dan: "Ayna Ayna, E Hadi Ama..."| Yazıya ulaşmak için: bit.ly/aynaayna
— Yazar Kumbarası (@YazarKumbarasi) July 20, 2012
çok doğru insan hayatında başkalarının çizdiği değil kendi seçtiği yoldan giderse kendini bulabilir.
YanıtlaSilMutluluk..
YanıtlaSil