20 Temmuz 2012 Cuma

Elif Ece Kırımlı - AYNA AYNA, E HADİ AMA...

 
   Hepimiz aynı şeyin peşindeyiz aslında; bir avuç mutluluk… O bir avuç denilen olgu nasıl bir dehlizse artık, bir türlü dolmak bilmiyor. İnsanlar mı doyumsuz oldu, yoksa mutluluk elma dersem çık dememizi mi bekliyor? Dünya belki de mutluluk olgusu için uygun bir yer değildir, neyin peşindeyiz biz? Her ne istiyorsak elde etmek için arkasından gitmek gerektiğini bilmeyen yok. Romalı asilzadeler gibi koltuğa uzanıp kölelerin sunduğu buz gibi üzüm taneleri pıt pıt düşmüyor ağzımıza. İstiyorsan eğer, “Run forest run…”

   Kimisi yüz metre engelliyle yakalayacağını sanıyor, kimisi kırk iki kilometrelik maratonla. Sonuç; illâ koşacaksın... Emeline ulaştığında koşmaktan bitap düşmüş bir halde kafanı kaldırıp baktığın o an vardır ya hani, elde ettin işte ne somurtuyorsun? 

   Şu mutluluğun formülü basit aslında. Koşmaya, gizliden kişisel gelişim kitapları okurken yakalanma riskini göze almaya, Hindistan’da rahiplerle takılıp aç kalmaya, Zen sessizliğine bürünmeye ya da ne bileyim “ben de şans olsaydı” ile başlayan cümleleri rakı kadehinde boğmaya gerek yok. Formül basit; aynayla yüzleşmek. Öyle saçım başım nasıl olmuş diye bakmadan, yüzüne bir avuç su vuracak ve bakacaksın. Kendi gözlerinin içine, dudaklarının kenar çizgisine, bir anda fark ettiğin simetrik olmayan burun deliklerine, senin kulakların biraz kepçe mi yoksa? Neyse, yüzünü incelemeyi bitirdiysen -ki kim yapmaz- göz bebeklerinden içeri süzülmeye geldi sıra. Hiç girdin mi o kapıdan? Korkma, ben girdim. Yazdığıma göre bir şeyler biliyoruz demek ki. Gidelim mi?

   Çekinme, kendi gözün gibi bak onlara ve sor bakalım, ne verdin ki ne istiyorsun? Dürüst ol ama. Senden başka kimse yok, yalan yok, riya yok. Bencillik ise kapının arkasındaki havlu artık. As onu, kirli sepetine at. Ne geldiyse başına ondan geldi belle. Yapabileceğine inananlar yazının kalanını okuyabilir, geri kalanın sayfayı çevirmesi ise onlar için daha hayırlı. Bundan sonra bir şey anlatmıyoruz. Öyle komikli, şakalı, renkli güpgülümsemeler falan işte. Hadi hadi, yine kıyamadım, gel.

   Mutluluk sonradan öğrenilmiyor, içinde olacak insanın. Bir sokak kedisine baktığında çıkardığın ilk ses pis mendebur, pist ise, duymamış olayım, yut onu çabuk ve gülümse. Mecburen katlanmak zorunda kaldığın insanları değiştirmeyle vakit kaybedemeyecek kadar kısa hayat. Sor bakalım sen onlar için ne kadar çekilebilir bir insansın. Sütten çıkarttığın ak kaşıkları parlatıp durmak kimsenin işini kolaylaştırmıyor. Hepimiz hoşlanmadığımız işleri yapmak zorunda kalıyoruz. Bu bazen mesleğimiz bile olabiliyor. Hayatımızın önüne geçmesine, ofurdanıp pufurdanıp ertesi gün kaldığı yerden devam etmeye niyetliyse bir insan; halinden pek mutlu ama söylenmeyi seviyor demektir. Yapma bunu. Kötü enerjilerle içini doldurma ve çevrendekilerin enerjilerini de emip durmaktan vazgeç artık. Gülümse, çünkü sen bir tanesin.

   Moralini bozmak gibi olmasın da, Dünya’yı mutlu etmek için en son ne yaptın? Balinaları kurtardın mı, Yağmur Ormanlarındaki ağaç katliamını önledin mi, Afrika’daki açlığa çare buldun mu? Bari kapının önünü süpürseydin. Ne verdik ki dünyaya ne bekleyelim. Bak, senden milyonlarca yıl yaşlı o, biraz saygılı ol. Üstelik sorunları daha büyük zavallının ve bizlere rağmen mutlu. O bizden ümidi kesmediyse, biz neden keselim ki kendimizden? O, sorunlu. Sen, değilsin. Ormanların olmadığı için dua etmeye başlayabilirsin. Düşünsene her gün kaç ton balık yer o balinalar? 

   Mutluluk denilen şey, kişinin kendisidir aslında. Sevmek lazım kendimizi. Yanağımızdan bir makas almak, dolu dolu sarılmak, belki aynalara öpücük göndermek, dirseğimizi yalamak… Tamam tamam sonuncu galiba garip kaçtı. Her dediğimi ciddiye almayın canım. Ama o aynanın karşısında, hâlâ egonuz kirli sepetinde dururken sevin kendinizi. Hayat acımasız, insanlar bencil, hava kirli, çocuklar çok bağırıyor, para yok. Bak şimdi hatırladım, benzine yine zam gelmiş. Sonu gelmeyen meseleleri kimse bitiremedi ama buralardan göçüp gitti. Boş ver ve gülümse kendine.

   Bu kadar ahkâm kesmek yeter. Falanca seminere katıl, filanca kitabı oku ama, ah! O gözler yok mu? Bakamadıktan sonra küçük kara beneklere, pırıl pırıl parlatamıyorsan daha kendi bebeklerini; uygulamada bir hata yapmışsındır, baştan başla. Yoksa anlatıcının bir kabahati yok. Tamamen senin hatan…

    İyice bak gözlerine, o bir avuç mutluluk belki de içinde…


Yazar: Elif Ece Kırımlı

Beğendiyseniz paylaşıp daha çok kişinin okumasında bize yardımcı olur musunuz?

2 yorum:

  1. çok doğru insan hayatında başkalarının çizdiği değil kendi seçtiği yoldan giderse kendini bulabilir.

    YanıtlaSil